Trabzon’un bir dağ köyünde doğdum. Köyümüz sahile 30 kilometre uzaklıkta.

İşçi çocuğuyum. Babam 16 yıl Almanya’da çalışmış. Ben daha 10 yaşındayken, anneciğim bir trafik kazasında vefat etti. Ondan sonra Almanya’da, abimin yanında okudum.

Ortaokul ve liseyi orada bitirdim. Derslerim de çok iyiydi. “Gut” ve “sehr gut” şeklinde notlar alıyordum. Çok çalışıyordum. Çünkü çalışmak zorunda olduğumun farkındaydım. Köyümde eğitim açısından bir gelecek ihtimali düşüktü. Benden önce köyümüzde üniversite bitiren belki 3-4 kişi vardır. 1984 yılında ailemiz Türkiye’ye kesin dönüş karar verdi. Almanya’dan döndük. O dönemde birçok gurbetçi dönüyordu. Biz de vatan sevgisi, memleket özleminin de verdiği etkiyle Türkiye’ye dönmeye karar verdik. Vatan sevgisi işte. Nereden bileceksin? Gelecekte terörle yaftalanacağını. Anlayacağınız, milliyetçi ve muhafazakar değerlere sahip klasik bir Karadeniz ailesinden geliyorum.

Okudum. Okutuldum. Tıp doktoru oldum. Marmara Üniversitesi mezunuyum. “Vatan millet sevdalısı” diye tarif edebilirdim kendimi. Türkiye’nin doğusunda da çalıştım, batısında da. 1999 depreminde Kocaeli deydim. Tayinim Edirne’ye öğretim üyesi olarak çıkmıştı. Bir ay orada kalıp hizmet etmeye, insanlara yardım etmeye karar verdim. Özellikle, Sağlık Müdürlüğü’ne gelen yabancılara tercümanlık yaptım. Ekimde Edirne’de akademik hayata başladım. Orada da 7 yıl çalıştım. Genel olarak hayatımın başarılarla dolu olduğunu söyleyebilirim.

Aile hekimi alanında Türkiye’nin ilk 10 profesörlerinden biriyim. Türkçe anadilim. Ayrıca İngilizce, Almanca, Arapça dillerini iyi derecede biliyorum.

4 yıl Suudi Arabistan’da, Suudi Sağlık Bakanlığı’nın danışmanlığında, danışman olarak çalıştım. Uzman olarak çalıştım. 2009 yılında, Türkiye’ye dönmeye karar verdik. Yine vatan sevdası. Bu sefer hanım memleketi çok özlemişti. Geldik Erzurum’a yerleştik. Atatürk Üniversitesi’nde çalıştım.

O üniversiteye de önemli katkılarımın olduğunu düşünüyorum. Mesela, “Mevlana Dünya Ağı” diye bir otomasyon programı yaptık. Uluslararası olmamıza önemli katkılarının olduğunu düşündüğüm bir otomasyon. Daha sonra, Kazak öğrencilere düzenli kurslar vermeye başladık. Onlar için “araştırma yöntemleri” kursları düzenledik. Düzenli olarak geliyorlardı. Bizden periyodik olarak eğitim alıp, memleketlerine geri dönüyorlardı. Eczacılık Fakültesi dekanlığı yaptım. Bir dönem, müfredat geliştirme ve eğitim programlarını geliştirme ile ilgili faaliyetlerimiz oldu. Aile Hekimliği, Bio İstatistik Ana Bilim Dallarına başkanlık yaptım. Bir sürü öğrencinin, asistanın, doçentin yetişmesine vesile oldum. Öğrenci Bilimsel Araştırma Kongreleri düzenledim. Erzurum’da 3 tane öğrenci bilimsel araştırma kongresi düzenledim. Onların bildiri kitapçıklarına bakmanızı tavsiye ederim. O dönemden sonra bir daha yapıldı mı? Öncesinde yapılmış mıdır? Bakınız. Makale, kongre bildirileri ve kitaplarımın sayısı 400 civarındadır. 500 civarında eğitim videosunun bulunduğu bir YouTube kanalım var. YouTube kanalına da bakmanızı öneririm.

Türkiye’de başka hangi hoca, bu alanda bu kadar eğitim materyali hizmete sunmuştur bilmiyorum. Birçok uluslararası derneğin üyesiyim. Bunların içerisinde, özellikle, Avrupa Birinci Basamakta Aile Hekimliği, Birinci Basamakta Kalite Derneği var. EQuiP ‘in kurucu üyelerindenim. 20 yıl kadar bu dernekte çalıştım. Saymanlık yaptım. Bütün toplantılarına gittim. Onları Türkiye’ye getirip, ağırladım.

Velhasılı kelam, 2015 yılı geldi. İzmir’e yerleşmeye karar verdik. Ailecek İzmir’e taşındık.Hayalimiz olan bir hayat tarzı kurmaya karar verdik. O zamanda Şifa Üniversitesi vardı İzmir’de. Başarılı bir üniversite idi. İyi gidiyordu her şey. Biz de hayattan memnunduk. Ama herkesin bir planı var, Allah’ın da bir planı var. Onun da demek ki istediği, olması gereken şeyler varmış. Bizim beklediğimiz gibi gitmedi olaylar. Malum darbe teşebbüsü oldu. Üniversite kapatıldı, işsiz kaldım.

Tabii yurt dışı tecrübem olduğu için, ilk olarak yurt dışında iş baktım kendime. Türkiye’de şansımı denemedim mi? Denedim. En az 8-9 yere mektup yazdım, iş talebinde bulundum. Daha önce eğitimlerine katkıda bulunduğum üniversitelere yazdım. Tanımadığım üniversitelere yazdım. Cevap bile yazmadılar. Bir üniversite cevap yazdı. Nezaketen ihtiyacımız yoktur dedi. Halbuki öncesinde makam araçlarını gönderiyorlardı; üniversitelerinde seminer, kurs için davet ediyorlardı.

Yurt dışında iş imkanları bakarken, Medine’de bu sefer bir sözleşme imzaladım. Suudi Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir anlaşma yaptım. 15 bin dolar aylık maaşla Medine’de çalışacaktım. Bu benim için hayatımın bulunmaz fırsatı idi. Türkiye’den başka hocaların da davet edileceği, büyük bir projeydi bu.

Ama gel gör ki, giderken hava alanında alıkonuldum. 2 Eylül 2016 tarihinde tutuklandım. 14 ay ve bir hafta hapis tutuldum. Cezaevi sürecini, orada yaşadıklarımı ayrıca anlatmak isterim. Şu kadarını söyleyeyim, “geç fark ettim taşın sert olduğunu; su insanı boğar, ateş yakarmış.”

İnandığım değerler altüst oldu. Korkunç, yıkıcı bir darbeydi yaşadıklarım benim için, tarif edemem. Ölmeyi çok arzuladım. Bunu söyleyeyim, belki anlarsınız. Önce inanamadım. “Şaka yapıyorlar” dedim. Yani beni mi tutukladılar? Ben ki, vatan için ölmeye hazır bir neferdim. Ben ki, çatışmada Şenkaya’da, yaralı askeri sedyeyle bizzat omzumda taşımıştım. Çatışmanın içinden alıp çıkarmıştım. Ben ki, ülkemi temsil edebilmek için, milletimi temsil edebilmek için, anamın altınlarını bozdurup yurt dışı kongrelerde, toplantılarda harcamıştım.

İşin gerçeği şu ki, esas darbe Anadolu insanına yapılmıştır. Ne yazık ki mütedeyyin insanlar da bunu alkışlandılar. En azından görmezden geldiler. Ben böyle düşünüyorum. Yani anlayacağınız ev, araba, yol, maaş gibi basit menfaatler uğruna feda edildiğimi düşünüyorum. Ben ve benim gibi insanlar, benim gibi zor şartlarda yetişen yüz binlerce vatan evladı bu süreçte harcanmıştır.

Şimdi 2 yıldır yarı özgürüm. Yarı özgür derken, anlıyorsunuz; yurt dışına çıkamıyorum, iş imkanım yok.Başka bir yerde çalışamıyorum. Evin balkonunda tercüme yapıyorum. İnternet üzerinden danışmanlık veriyorum. Sürecin tamamlanmasını bekliyorum. Bekliyorum ki, pasaportumu versinler. Hayatımın geri kalanını özgür yaşamama izin verirlerse, başka bir ülkeye gideyim, geri kalanını orada yaşayayım. Yüce Türk milletine daha fazla rahatsızlık vermeyeyim, çekip gideyim.

Değer algılarım büyük oranda değişti. Doğru bildiklerimin yanlış, yanlış bildiklerimin doğru olduğunu gördüm. Bu süreçte bazı akrabalarım tarafından yaftalandım, dışlandım. Dost bildiklerim arayıp sormadı. Sosyal medyada takipten çıkardılar. Dergilerin bilimsel kurullarından çıkarıldım. Dernek yönetimlerinden, kurullarından adım silindi. Uzmanlık derneği, basıma hazır olan 2 cilt – bin sayfalık, 60’ın üzerinde hocanın katkısı olan, kitabımı basmadı.

Kutsal nedir? Kutsal tanımımızı gözden geçirmemiz lazım. Devlete, ırka, güce, paraya tapınmayı bırakıp, Allah’a kul olmak lazım. Her şeyden önce de insan olmamız lazım. İnsan olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Tabi diğer taraftan, vicdan sahibi insanların olduğunu da gördüm bu süreçte. Mesela, benim için çok değerli olan, Fransız meslektaşım Marc Jamoulle ‘in bir sunumunda kullandığı fotoğraf var. Benim yaşadıklarımdan derlenmiş. Orada sunum yaptığı insanlarla paylaşmış. Alman, Suudi ‘li meslektaşlarım, arkadaşlarım, Amerika’daki hocam Deborah… Dünyanın çeşitli yerlerinden meslektaş ve arkadaşlarım geçmiş olsun dediler. “Scholar at Risk” diye bir program var. Durumumu onlara arz ettim. Türkiye’deki insanlardan daha fazla ilgilendiler, itibar gösterdiler.

Diğer taraftan, bu yaşadığım dönemde İnsan Hakları Derneği’nin de mağdurlara sahip çıktığını öğrendim. Önceden onların faaliyetleri hakkında da yeterli bilgiye sahip değildim.

Bu yaşananlar; insan haklarına, hayvan haklarına, hatta çevresine hassas insanlar ortaya çıkardı. Benim çocuklarım mazlumların haklarına benden daha duyarlı. “Mazlumun dini, dili, rengi olmaz” deriz lafta. Uygulamada bunu savunan insanlar var artık.

Eski Türkiye’de bir araya gelemeyecek, birlikte çalışamayacak insanlar artık aynı KHK platformu altında birlikte mücadele veriyorlar. Hak aramak uğruna. Bu insanlar ve sonraki nesiller, kanaatime göre, dünya için de Türkiye için de bir umut kaynağı olabilirler. Eğer kire, pisliğe; adam kayırmaya, rüşvete, hırsızlığa; iftiraya, zulme bulaşmadığınızı düşünüyorsanız, gelin siz de kendinizi tanıtan bir video çekin. İnsanlar sizi de tanısın. Yaşadıklarımızı öğrensin.

Sonuçta; belki sadece kendi ölüsüne ağlayan bir toplum olmaktan çıkar da diğerkam olmayı öğreniriz.

“Dura dura bir sel oldum erenler. Bilmem çağlasam mı, çağlamasam mı” diyor Mahsuni Şerif. Bazen, benim de duygularım o şiirdekine benziyor.

Son yıllarda yaşadıklarından dolayı hayatımın altı üstüne geldi. Kim bilir belki altı üstünden daha hayırlı olacak. Bilmiyorum. Bekleyip görelim. Umudu kaybetmek yok.