26 Temmuz 2015 de, terör örgütü kurma ve yönetme iddiasıyla gözaltına alındım. Üç adet sürücü kursum vardı. Ben daha göz altında iken, hakkımda verilmiş bir karar yok iken… iddianamede belirtilen, kimin olduğu belli olmayan, iki telefon da ihbar edilen “Bu sürücü kursları cemaate aittir. Süleyman Türk formalite işletiyor ve cemaate para aktarıyor.” Bunun üzerine, ben daha gözaltında iken -yirmi üç gün gözaltında kaldım, bütün mal varlığımı sattılar. Her şeyimi ticarete yatırmıştım. Üç sürücü kursum vardı. 30’a yakın otomobili, 8 otobüsü, 2 tırı ben daha gözaltındayken sattılar. Herhalde bu bana yapılan, Türkiye’de ilk ya da tek.

Öyle bir sıkıntı yaşadım ki! Ceza evine girmeden, 3 bin 5 yüz günlük, çocuklarımın ve iş yerlerinin gideri vardı. Öyle bir mahrumiyet yaşattılar ki bize! Eşim bir evin kirasını ödeyemiyor, başka eve taşınıyor. Orasını da ödeyemiyor. Bugün Diyarbakır’ın en varoşu, Üç Kuyular’a taşınmış. Şu anda orada oturuyoruz. Eşimin ifadesiyle, bir hafta 1 litre ay çiçek yağı alamadığını ifade etti. 3 ay bir tüpünü değiştiremediğini ifade etti.

Bu yönetim, yaşatabileceği bütün mazlumiyetleri bana yaşattı. İddianame yayınlanınca 9 yıl ceza aldım. İyi halden dolayı 7 yıl 6 aya düşürdüler. “Sayın başkanım” dedim, “bana terörist diyorsunuz, fakat iyi halden 9 yılı 7 yıl 6 aya indiriyorsunuz. Teröristin iyi hali mi olur?”  Bana dedi “fazla konuşma”. Zaten savunma hakkı da vermedi. Yargıtay şu anda davayı bozdu. Bozdu ama bizim bütün mal varlığımız gitti. 31 yıllık birikimim sıfırlanmış oldu.

Yaşanabilecek bütün mağduriyetleri bu yönetim bana yaşattı. Ceza evinde, arkadaşlar arasında, şöyle bir şey diyorduk: “Bu adam bizim her şeyimizi aldı; nerede ise bizden malımızı, eşimizi de alacak.” Benim malımı da benden aldı. Eşimi de aldı, çocuklarımı da aldı. Çocuklarım da psikolojisi bozuldu. Dolayısıyla eşim ve çocuklarım yaşayan bir ölü haline geldi. Bu zalim alabileceği her türlü şeyi benim elimden aldı. Her şeye rağmen, ben Rabbime binlerce hamd ediyorum ki, zalimler safında değilim. Mazlumların yanında olduğuma şükrediyorum.

Peki bunları niçin anlatıyorum? Cenabı Hak buyuruyor ki “zulmü anlatın”. Zulmü anlatmanın bir ibadet olduğuna inandığım için bunları anlatıyorum. Mağduriyetimi ortaya koymak, ağlamak, sızlamak için değil.

Sayın Cumhurbaşkanı’nı da ceza evinde sayfalarca mektup yazdım: “Sayın Cumhurbaşkanı, senin haberin var ya da yok. Senin yönetimin altındaki insanlar bana bu zulmü yaptı. Hazreti Ukkaşe’nin Efendimize seslendiği gibi size sesleniyorum, arz ediyorum. Gelin, mahşer günü gelmeden dünyada hesaplaşalım. Benim gibi bir mazlumun hakkıyla, hukukuyla Allah’ın huzuruna gitmeyin.” Henüz cevabını bekliyorum. Herhalde mahşere kalacak.

Ceza evindeki bir kaç mağduriyetimi anlatayım. “Ne kadar insan içeri koyabiliriz.” gibiydi. Her yakaladıklarını getirdiler. Mesela beni “terör örgütü kurma ve yönetmekten” hapsettiler. Sonra üyelikten hiçbir şey bulamadılar. Suç iddia edilen hiçbir şey tespit edilemedi. İddianamede deniliyor ki “Selam Koleji ‘nin avlusuna girerken görüldü.” Oysa ki o kolejde benim 3 tane kızım okuyordu. Ben çocuklarımı getirip götürüyordum. Bundan dolayı iddianamede suç sayılabilecek hiçbir şey bulamadılar. Tespit edemediler ve Yargıtay da bozdu. Şu anda tekrar yargılanma başladı.

Ceza evinden çıktıktan sonra herkes endişe ediyor, korkuyor. Bizi izleyenleri tebessüm ettirmek için şöyle bir şey anlatayım: Balıkesirli olduğum için, eşim köyü arıyor. Yaşlı annemi arıyor. Annem telefonu kaldırıyor, kapatıyor, kaldırıyor, kapatıyor. Eşim başka bir akrabama ulaşıyor, soruyor “Niçin böyle yapıyor?” Annem demiş ki, “Bize yakın bir köyde, bir genç bu Hizmet Hareketindenmiş. Dul bir annesi varmış. Altı tane ineği varmış. Polisler gelmişler. Bu çocuğu yakalayamadıklarını için dul annesini ve ineklerini götürmüşler.” Annemin de birkaç tane ineği var. Devlet annemi ve ineklerini alacak diye düşünüyor. “Kızım ben inekleri sattım, benim ineklerim yok!” deyip telefonu kapatıyor.

Öyle mağduriyetler yaşadık ki, 4 kişilik odalarda 8 -10 kişi kaldık. Ranza yok. Yerde, tuvaletlerinin önünde yattık. 54 yaşında bir insan olarak, 28 ay hapiste kaldım. Elimizde çamaşır yıkamayı mı anlatayım? Tuvalet önünde yatmayı mı anlatayım? Mazlum ve mağdur olduğuma yüzde yüz inandığım için, inançlı olduğum için bütün bunlar beni fazla etkilemedi. Ama çocuklarımın psikolojisi tamamen bozuldu. Çocuklarımın psikolojisi hala düzelmiş değil.

Her akşam gece saat 12’lere kadar çay ocaklarında oturduğumuz bütün arkadaşlar ben çıkınca benden kaçmaya başladı. Ceza evinden 3 TL ile çıktım. Ne yapayım, ne yapayım, ne yapayım? Tabii ki çay ocaklarında, kahve köşelerinde oturamazdım.

21 yıldan beri ticaret yapıyorum. Bütün arkadaşlarımı gezdim, “Bana yardımcı olun.” Liste çıkardım ve istedim, “Sen 10 bin yardımcı ol, sen 5 bin”. Herkes tamam dedi. Sonra herkes kaçtı. “Neden kardeşim? Ayıp değil mi? Niçin 10 binden kaçıyorsunuz? Sizin başınıza böyle bir şey gelse, benim size 10 değil 100 bin vereceğimi biliyorsunuz.” Arkadaşlar dedi ki, “-Hocam! Sen bir terör örgütü üyesisin, terörist olarak tanımlanıyorsun! Yani bu sistem, bu rejim, bu yönetim sana terörist diyor. Ceza evinde yattın. Biz sana yardım edersek, teröre yardım etmekten bizim de çocuklarımız mağdur olur. Biz de ceza evine gideriz.”

Bütün dostlarım da kaçtı. Arkadaşlarım da kaçtı. 20-21 yıldır sürücü kursu işletiyorum. Yanımda çalışan 8-10 arkadaş evlendi. Onlara sürücü kursları kurdum, aileleri rahat geçinsin diye. Yanımda çalışanlara açtığım 10-15 kurs var. Bunları çağırdım. Beni çok severler. “Fedakarlık zamanı size geldi. Bana yardımcı olun. Bir kurs açayım, adresim belli olsun. Oturacağım yer belli olsun.” O akşam “tamam” dediler. Herkese bir ödeme yazdık. Fakat sonra arkadaşlar kaçmaya başladı. Telefonla tek tek arayıp, sordum “Niçin?”. “-Hocam sana terörist diyorlar. Biz sana yardım edersek teröriste yardım etmiş olacağız ve dolayısıyla biz de mağdur olacağız. Senin gibi biz de mahkum olacağız.” Bir vebalı gibi, herkes kaçtı.

Diyarbakır’da daha önce bu olaylar çok yaşandığı için; rejimin “terör örgütü” diye adlandırdığı insanlar çok büyük mahkumiyetler yaşadığı için, halk tarafından yine de hoşgörüyle karşılandı. Balıkesir’e gittim, annemi ziyarete. Hiçbir akrabam korkusundan beni ziyarete gelmedi. Köyde ilan vermişler, “köyümüze terörist geldi.” Baktım ki, annem ağlıyor. Sordum, “Anne niçin ağlıyorsun?” “- Oğlum kahvede demişler ‘köyümüze terörist geldi’. Sana böyle söylüyorlar.” “Anneciğim şimdiye kadar karıncayı incitmeyen insanlarız, hiçbir kimseyi incitmemişiz. Biz kul hakkından korkuyoruz. Üst üste gelen iki yaprak olduğunda, alttaki yaprağın üstteki yapraktan hak alacağına inanıyoruz. Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hak alacağına inanıyoruz. “Zerre kadar hayır ve şerrin karşılığı” olacağına inanıyoruz. Ben nasıl terörist olabilirim?” Annem tabii çok ağladı. Dedi ki, “Oğlum ben de biliyorum. Ama böyle diyorlar.” Ana yarısı denilen teyzem dahi beni ziyarete gelmedi. Neden? Bu baskılardan korktuğu için. Türkiye’de, ne yazık ki, bu korku egemenliği oluşturdular. Balıkesir’e gittiğimde anladım ki, bu korku imparatorluğu daha çok oluşmuş. Bundan dolayı orada bir iş yapamayacağımı, barınamayacağımı anladım.

Diyarbakır’da bu işe tekrar başladım. Sürücü kursu sektöründe çalışıyorum. İnşallah güzel günler olacak. Çok şükrediyorum. Hz. Ali’nin bir ifadesini okumuştum. Diyor ki,”Bin kere mazlum olmayı, bir kere zalim olmaya tercih ederim.” Bundan dolayı Rabbime çok şükrediyorum. Demek ki Rabbin katında sevilen bir insanız ki, kadrimiz kıymetimiz varmış ki, bizi mazlumlar safında eyledi. Mazlumların yanında eyledi. Bundan dolayı, 54 yaşında bir insan olarak Rabbime çok hamd ediyorum. Cenab ı Hak, Kur’an ı Kerim’de zalimleri anlatırken-demek zulüm çok ağır bir şey- diyor ki (Zümer süresi 47. ayet) : “Bütün dünya ve içindeki zalimin olsa, bir o kadarı daha olsa; zalim kıyamet gününde zulmettiğini insana onu vermek isteyecek, ama onunla helalleşemeyecek, kabul edilmeyecek.”

Biz de zulmedenler safında olabilirdik. Bilmeden zulmedenleri alkışlayanlar olabilirdik. Ama Rabbim bizi mazlumların safında eyledi. Bunun için ne kadar şükretsek az olduğuna inanıyorum. Gelecekten çok umutluyum. Çünkü her gecenin bir sabahı olduğuna göre; her zorluğun bir kolaylığı olduğuna göre; Rabbimin ifadesiyle, her zorluktan sonra bir kolaylık olduğuna göre; en karanlık buluttan sonra, aydınlığın en yakın olduğuna olduğuna göre; bu zulmün çok yakında biteceğine inanıyorum. Bazı arkadaşlar yıllar alır diyor. Ben hiç yıllar alacağına da inanmıyorum.

Hatta bittiğine inanıyorum. Çok kısa bir sürede bi̇teceğine inanıyorum. İnandığımız Rabbimiz, nasıl bitmez ki! Çocuklar hapishanede. Cezaevlerinde bu kadar bebekler. Ağlayan çocukların sesini; bu ızdırap çeken anaların, inleyen babaların, dedelerin sesini duyan Rabbim, bunu nasıl bitirmesin! Şu anda zalime bir mühlet verilmiş. Tabi ki endişem şudur: Korkarım ki, bu zulüm o kadar ağır ki, dünya kantarları bu zulmü tartamaz. Bundan dolayı bu zulüm mahkeme-i kübraya kalır.

Dünya kantarları; annesini, babasını, yakınını ziyarete giderken yolda trafik kazasında vefat eden; veyahutta zulümden kaçarken, Meriçte ırmakta boğulan bebekleri nasıl tartacak?

Hangi inanç bunu tartacak? Bu zulmün karşılığının dünya ölçüleriyle ölçülemeyeceğine, tartılamayacağına inandığımdan dolayı; bu zulmün karşılığının ahirete kalacağı inancı bende var. Biz inanmışız. Madem “dünya misafirhane” diyoruz, “dünya bir gölgelik gibidir” diyoruz.

Cenabı Hak buyuruyor, “Biz insanlar arasında günleri evirir, çeviririz.” Bugün gölgede onlar olabilir. Biz sıcakta olabiliriz. Yarın gölge bize geçecek. Hayat bize şunu öğretti: Bundan sonra hakkaniyete, adalete daha çok dikkat edeceğiz, daha çok hassas olacağız. Belki biz bu zulme uğrayarak; zulüm gören insanların, senelerce doğuda zulüm gören insanların dertlerini daha çok anlamış olduk. Hissetmiş olduk. Bir de; yarın bölge bize geldiğinde, bazı imkanlar doğduğunda, olaylar durulduğunda; biz daha vicdanlı, daha merhametli, daha adaletli olalım diye oldu. Cenabı Hak bizi sevdiğinden dolayı böyle bir imtihana tabi tuttu. İnşallah daha güzel olacak. Artık gölge onların üzerinden gitmek üzere. Artık güneş onların üzerine gelmek üzere. Az kaldı inşallah.

İlk olay olduğu zaman; polisler geldiğinde inanmamıştım. Önemsemedim. Bandrollü, yasal olan kitaplarımız vardı. 10-15 tane kitaptan dolayı eşimi götürdüler. Gözaltı diye gitti. 28 aya yakın ceza evinde kaldı. Üç çocuğumla çok sıkıntılar yaşadım. 2 ev değiştirmek zorunda kaldım. Bu olaylar olduğunda; arife günü evi taşıdım. Çünkü maddi manevi her şeyimize el koydular. Benim hiçbir bilgim olmadı. Daha önceden hiç bir yazılı belge verilmedi. Bu darbe yapıldıktan bir hafta sonra eşimi içeri aldılar. “Lider 21” ve “Kayapınar” sürücü kursunu işletiyordum. 2000’den bu yana bu işle meşgulüm. Süleyman Bey içeri girdikten sonra, hiçbir neden gösterilmeden, Maliye ve Milli Eğitim memurları sabahleyin erkenden geldiler. “667 nolu yasadan dolayı sürücü kurslarınıza el koyduk” denildi. Gerekçeyi öğrenmek istedim. “Gerekçe ne? Hırsızlık mı yaptım, uyuşturucu mu kullandım? Herhangi yasak bir kitap mı var?” Başını eğerek, “Sizin hiçbir suçunuz yok, 667 nolu yasadan dolayı kapatmak zorundayız” dediler.

Personnel, araçlar; kendime göre bir çevrem vardı. Çok çamur atıldı, çok dışlandık. Çocuklarımla beraber ceza evine giderken çok sıkıntılar yaşadık. İlk zamanlar kimse kimseyle, tanıdığı halde, konuşmuyordu. Üç tane kız çocuğum var, küçüğü biraz sıkıntılar yaşadı. Açıkçası hastalıklar geçirdi.

Ben evde yokken de dolap üstüne düşmüş. Hiç yetişemedim, çok sıkıntılar yaşadık. Bilmiyorum, bu süreç ne şekilde devam eder. Hala öğretmenlik belgem geri verilmedi. Diplomama el konulmuş.

Temiz kağıdı almama rağmen, Milli Eğitim’de ve hiçbir yerde çalışamıyorum. İşsizim ve mağduruz.